Şimdi yükleniyor

VARLIK

İlâhi Nizam ve Kâinat Kitabında
Derleyen: Selman GERÇEKSEVER

Varlık, ruhun tüm tekâmül, ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde, evrenin bir noktasında yoğunlaşmış çok ince madde partiküllerinden ibâret olan ve ruhun ihtiyaçlarıyla ilgili tüm ifadeleri evren boyunca taşıyan belirli bir enerjiler karışımıdır (84). Başka bir değişle varlık, Aslî İlke’nin icaplarını taşıyan ve ruhlarla ilgili bulunan tesirlerin; herhangi bir ruhun, evren sonuna (Ünite’ye) kadar kendine hizmet etmesi için belirli gelişim kademesindeki maddeler arasından toplayarak sentezleştirdiği bu madde ünitesi, daha doğrusu bir tesirler karışımıdır. Şu halde her varlık belirli bir ruhun evren sonuna kadar hizmetine tahsis edilmiş bir tekamül aracıdır. Bu öyle bir varlıktır ki, ruhun evren üstü planında olup biten “davranışları” nın tüm gereklerini evrende madde olarak ifade eder. Bu ifadeler de bir aynadan yansır gibi ruha yansıtılır. Bu duruma göre varlık, hizmetinde bulunduğu ruhun evrendeki simgesidir. İşte herhangi bir ruhun hizmetinde bulunan varlık; o ruhun tüm “davranışları”nı, “kıpırdanışları”nı ve ihtiyaçlarını tam olarak ifade ettiğinden, biz ona ruhun kendisiymiş gibi de bakabiliriz. Çünkü o varlıkta görünen her tezahür, ruhun “davranışları”nın (kullandığı madde olanaklarının oranında) evrene yansımış bir ifadesinden, temsili görünüşünden başka bir şey değildir. Ruh ortadan kalkınca , o anda dağılacaktır (32+33).

Varlık Oluşumu

Ruh, yeni ortaya çıkmış olan hidrojenin dağınık bir şekilde yaydığı enerjileri bir araya toplayarak varlık oluşturur. Birer yüksek titreşim karşısından ibaret olan bu “yüksek” enerjilerle varlıkların ortaya çıkması demek; idrakin en ilkel şekli olan içgüdülerin, söz konusu dağınık enerjilerde tezahür etmeye başlaması demektir. Başka bir ifadeyle, idrakin en ilkel şekli olan içgüdülerle varlığın ilk oluşumuyla ortaya çıkmış olur. Bu şekilde varlık oluştuğu andan başlayarak Asli Tesirleri’in yerine tâli (yan / yataydan) tesirler geçer. Yani varlık Aslî Tesirler yerine, “üstten” ve “yanlar”dan tesir almaya başlar. İdrak, madde sistemlerini bir araya toplayan kudret olduğuna göre, varlığın ilk oluşumunda, hidrojen atomunun enerjileri artık öyle bir gelişim aşamasına gelmiş olurlar ki, tali (yan) tesirlerin de yardımıyla ruhlar, bizlerin ancak idrak sözcüğüyle ifade ettiğimiz kudretlerinin en basit / ilkel şekli olan içgüdülerini, maddenin bu aşamadaki durumlarından yararlanarak kullanabilmek olanağına kavuşmuş bulunurlar. Görülüyor ki, varlığın “mayası” idraktir. (116+117)

İlk oluşan varlık, ilk anından başlayarak, daha basit madde bileşimlerini ve sistemlerini, idrakin yavaş yavaş gelişmesine paralel olarak birbirine bağlamakta ve yeni yeni bileşimler ve sistemler oluşturmaktadırlar. Bu arada, vicdan mekanizmasının zıtları arasındaki ilişkilerin kuruluş ve bağlanışları idrakin işlevi kapsamındaki işlerdendir. Bu iş, varlığın ilk oluşumu anında daha çok yardımcı / yatay (tâli) tesirlerin işe karışmalarıyla olur ve yavaş yavaş idrak geliştikçe bu karışımlar azalır, varlığın egemenliği ortaya çıkar ve daha ileri aşamalarda idrak, vicdana tamamen egemen olur.

Âlemimizin ilk atomu olan hidrojen atomuna bağlanmış olan ruh; artık o atomun “varlık” dediğimiz ileri aşamasının oluşacağı ana kadar onu bırakmaz. Bu durumdaki ruh ( mekanik / otomatik tekâmül seyri içinde olarak) henüz kendisine bir varlık oluşturacak durumda değildir. Âlemde ilk hidrojen atomunun ortaya çıkmasından, onun ilk varlık durumuna gelinceye kadar atomun bünyesine egemen olan tesir Aslî / esâsi tesirdir (32+64) Hidrojen aşaması, ruhların tekamüllerinde ilk madde aşamasıyla ilgili; karanlık, çok büyük ve ebediyet kadar uzun mekanik / otomatik bir gelişim aşamasını izleyen bir âlemin (varlıkla âleminin) başlangıcıdır (260).

Hidrojen atomunun, varlık aşamasına kadar gelişimi sağladıktan sonra, o andan itibaren varlığa doğrudan doğruya esasi / Aslî Tesir gelmez; ancak, onun bağlı olduğu ruhtan (Daha doğrusu Asli Tesir’in ruhla ilgili olan kısmından ve evrendeki çeşitli gelişim düzeyindeki varlıklardan tali tesirler gelir. İşte tüm bu tesirlerle o varlık, gelişimi için gerekli olan sınavları ve deneyimleri geçirmeye başlar ve bu arada bir çok olanakla karşılaşır. Gitgide gelişen ve kapsamlaşan bu gelişim olanakları içinde (evrendeki işlevini bitirmek için ) varlık uzun bir gelişim yolculuğuna koyulur. Varlığın gelişiminin gereklerinden olarak, vazifeli varlıklardan gelen tali (yatay) tesirlerde, yukarıda belirttiğimiz gibi, hidrojen atomunun çeşitli elemanlarından sayısız bileşimler kurulur ve sayısız cisimler oluşturulur. Tüm bunlar Ünite’den süzülüp gelen Aslî Tesirler’in ışığı altında ve her kademede bulunan Vazifeli Varlıklar’ın gönderdikleri yan (tali) tesirlerle yapılır. Atom elemanlarının her türlü kompozisyonları, bu Vazifeli Varlıklar’dan gelen yan tesirlerle kurulup dağıtılabilirler ki, bunlarda elbette farklı gelişim düzeylerindeki varlıkların derecelerine göre büyük / küçük çapta olur (46). Bu işler her yerde her zaman, ruhlara yardımcı olan yüksek tesirlerin yol göstermesiyle ve ışık tutmasıyla olur. İşte varlığın ilk kullanabileceği madde bileşimleri en basit ve ilkel bitki hücreleridir. Bu varlıklar onlardan kendilerine birer beden kurarlar. Bitki hücreleri kullanan bu varlıklar henüz idraksiz olduklarından, bunların bu bedenleniş şekillerine bir tür enkernasyon denebilir. Varlık, bitkiler âlemindeki bu gelişim süreci kapsamında, basitten yüksek bitkilere kadar, ayrı ayrı bitkilerde enkarne olmaya başlarlar. Varlık böylece giderek bağımsız bir bedeni yönetebilecek duruma gelmiş olur (56).

Bu durumdan başlayarak, onun için toplu, toplumsal bir yaşamın ilk aşamaları kurulmuş olur. Toplumsal (maşeri) yaşam; varlığın, organizasyon sistemlerine hazırlığın en ilkel kıpırdanışlarıdır. Varlık, bitkilerin sayısız türlerindeki enkarnasyonlarını tamamladıktan sonra, hayvanlık aşamasının uygulamalarını görmek üzere, kendine özgü olan bir yarı süptil aleme geçer ve orada da bir süre geliştikten sonra, yavaş yavaş hayvan ve insan vücutlarının hücrelerinde bedenlenme (enkernasyon) aşamalarını tamamlamak için, en basit bir hayvan organizmasının ilkel hücrelerinde enkarne olmaya başlayarak “yukarı” doğru enkarnasyonlarını (bedenlemelerini) sürdürür (56).

Bundan sonra, dünya gezegeninde ve başka gezegenlerde birçok bedenlenmeler geçirdikten sonra, dünya insanı bedeni yönetebilecek bir varlık durumuna gelip dünya insanı bedenlerini kullanmaya başlayacaklardır. Dünyadaki insanlık aleminin de en ilkel aşamalarından başlayarak zengin bir gelişim evresi içinde dünyadaki son hazırlıklarını da tamamlamış olur. Demek ki, varlık ilk bedenlenme durumlarından, bir dünya insanı aşamasına kadar, “sonsuzluk” denebilecek uzun bir zaman süresinde bir gelişim aşaması geçirmesi gerekir (57).

Görülüyor ki ruh, kendine hizmet eden varlık aracılığıyla; kaba bir âlemin maddelerini kullanabilmek için, o alemin maddelerinden kendine bir “tesir aracı” (yani kaba bir beden) yapar ve onu kullanır. Fakat o varlık henüz tek başına kaba maddelerden böyle büyük bileşimler kurabilecek kudrette değildir. onun için ruhların tekâmüllerinde vazifeli olan üstün varlıkların yardımlarıyla o, ihtiyacına göre (ki bu gerçekte ruhun ihtiyacıdır…) kendine kaba kuvvetlerden bir beden kurar ve ona sürekli tesir göndererek bağlanır. Böylece varlık, artık o dünyada toplumsal (maşeri) tekâmülüne başlamış olan ruhun ihtiyaçlarıyla ilgili, kaba maddeler ve başka varlıklarla olan ilişkilerini / etkileşimini kurduğu bu beden ile yapar. Yani varlık, ruhun “davranışlarına” göre o bedeni yönetir. Demek ki burada biri, bir başkası aracılığıyla ruha hizmet edene bir varlık ve bir beden vardır: Bunlardan birisi, karmaşık bir madde yapısına sahip olan ve evren boyunca ruhu izleyen varlıktır ki bu, ruhun evrendeki simgesi, yansıması ve ifadesi olan çok süptil bir enerji karışımıdır. İkincisi de varlığın ruha hizmet edebilmesi için, içinde uygulamalar görmek zorunda bulunduğu kaba âlemdeki maddeler ve öteki bedenlerle bir tesirleşme aracı olarak kullandığı o alemin yoğun maddelerinden yapılmış kaba bir bedendir (57).

Yukarıda da belirtildiği gibi, ilk hidrojen aşamasından başlayarak, gelişe gelişe varlık, hidrojen aşamasına geldiği anda, Aslî Tesir’in maddelere yönelik esasi tesir kısmı yerini tali tesirlere bırakır. Bundan sonra Ünite’nin sürekli kontrolü altında, büyük organizasyonlar içindeki Vazifeli Varlıklar’dan ya da onların kullandıkları çeşitli düzeylerdeki varlıklardan gelen bu tali tesirlerle yeni varlık, içinde bulunduğu evrenin sonuna (Ünite’ye) kadar gelişimini sürdürür. Bu tali tesirlerin başlamasıyla varlıkların sınavları, deneyim ve gözlemleri de başlamış olur ve varlıklar yepyeni ve daha hızlı bir gelişim sürecine sokulmuş olurlar. Bu aşamadan başlayarak maddeler; birer varlık olarak, bağlı bulundukları ruhların egemenlikleri altında ve tâli tesirlerin yardımıyla o ruhların her durumlarına bağımlı ve tercüman olarak ve onları evrende ifadelendirerek gelişirler. Böylece ortaya çıkan bir varlık, hizmet ettiği ruhun tekâmülüne yönelik tüm “davranışları”nı Aslî İlke’nin ışığı altında o kadar kusursuz bir şekilde sergiler ki, artık ona evrende ruhun kendisiymiş gibi de bakılabilir. Bunun içindir ki, kendisinden daha “aşağıda” başka maddelerin atıl ve amorfa yakın hallerine oranla ruhun ifâdesini taşıyan aktif durumlara bakarak, bu varlığa “canlı” sıfatı uygun görülmüştür ki, bu da daha önce belirttiğimiz gibi göreceli bir ifadeden başka bir şey değildir. Çünkü burada “calık” denilen varlık, aslında atıl görünen ilk hidrojen atomu maddesinin gelişmiş yüksek kademelerinden başka bir şey değildir. Sâdece onun; evrende bir ruhu ifâde edebilecek kadar olanakları gelişmiş olmakta ve bu sâyede de kendisi belirli bir ruhun hizmetine verilmiş bulunmaktadır (53). Varlığın, bu hizmeti nasıl verdiğini ileri de ele alacağız ama ondan önce, varlığın yapısını görelim:

Varlığın Yapısı

Varlığın, beşeri beyine bağlantı oranı 7/8’dir. Yani varlığın 8’de 7’si beyine bağlıdır. Beyine bağlı olan bu 8’de 7’lik kısım “şuur merkezi” denen beyin hücrelerinden oluşmuş belli bir lokali işgal eden şuur merkezi beynin öteki merkezlerini, onlar da alt / yan merkezleri yönetir. Böylece varlığın dünya bedeni üzerindeki egemenliği, şuur merkezinden başlayarak derece derece birbirini etkileyen alt merkezler ve istasyonlar aracılığıyla olur. Varlığın beşeri beyne bağlı olan kısmına “şuur” kalan kısmına da “şuur ötesi” deniyor. Varlık, beşeri beynin anladığı anlamda parçalanmalara / bölünmelere tabi tutulamayan bir süptil (ince) enerjiler bütünüdür. Yani beyindeki lokalizasyon varlığın yapısı için söz konusu değildir. Ancak bazı işlevlerin (varlık tarafından) yerine getirilmesi bakımından, farklı etkinlik durumları söz konusudur. Şuur, şuur ötesi (ve onu oluşturan “şuur altı/ üstü”) gibi adlar, belirli işlevleri ifade eden “işlev cepheleri”dir. (Bu durumla ilgili örnek için bkz. Sayfa 140, “hidrojen hacmi” örneği)

Kısaca varlığın yapısını; ayrı ayrı lokalizasyonlara tabi tutmadan , ondan farklı işlevlere sahip idrak edemeyeceğimiz tesir karışımları vardır. Bu birbirinden (titreşim ve işlev bakımından) farklı olan alanlara “işlev cepheleri” de deniyor: Varlığın beşeri bedene bağlı olmayan “şuurötesi” iki işlev cephesine ayrılıyor; “şuurüstü ve şuuraltı”. Varlığın ruhundan gelen tesirler onun “şuur üstü” denen kısmından girer. “Şuurüstü” , varlığın dışarıya açık olan cephesidir. Aynı zamanda çevredeki varlıklardan gelen tesirler de (tâli tesirler) “şuurüstü”nden varlığa ulaşır (141).

“Şuurötesi” alanının ikinci kısmı “şuuraltı”dır. “Şuuraltı” varlığın “dışarıya” kapalı olan cephesidir. “Şuuraltı”na dışarıdan hiçbir tesir gelmez, kendisi de dışarıya hiçbir tesir göndermez ama burası, varlığın tüm evrenler boyunca giderek çoğalmakta olan birikiminin “deposu” dur. Varlığın geçmiş yaşamlarının tüm izlenimlerini “şuuraltı”nda bulunur. Varlığın özbilgileri “şuuraltı”nda saklanır. Özbilgiler, varlığa mal olmuş, onun kendi birikimleridir. “Şuurüstü” ile “şuuraltı”nın “şuur” ile bağlantıları vardır. fakat “şuur” ile “şuuraltı” ve “şuurüstü”nün (kısaca, “şuurötesi’ nin) bağlantısı doğrudan değildir. burada “köprü” vazifesi gören aracı bir işlev daha vardır ki buna da “şuurdışı” denir (141).

Demek ki; “şuurdışı”, “şuur” ile “şuurötesi” arasındaki geliş gidişlere aracılık yapan varlığın üçüncü işlev alanıdır. Fakat “şuurdışı”nın bir işlevi daha vardır ki, o da şudur: Dış alemden, dünyadan günlük yaşamda şuura gelip de henüz özbilgi haline girmemiş bulunan bilgilerle ilgili izlenimler “şuur dışı”nda toplanır, ölünceye kadar da orada kalır. Görülüyor ki, “şuurdışı” alanı, aynı zamanda “şuur”un bir bilgi deposudur. “Şuur” gerektiği zaman, (“şuuraltı”na inmeden) gerekli materyalleri “şuurdışı”ndan alıp kullanabilir. Bunlar varlığın son dünya yaşamında, o yaşamla ilgili bilgilerin sonuçlarıdır. Bu bilgiler karşılaştırmalı bir muhasebeden geçtikten sonra, “şuurdışı” na itilirler ki, bu muhasebeyi yapan vicdandır. “Şuurdışı” bilgileri ancak ölüm denen geçişten sonra varlık tarafından “şuuraltı”nın bilgileriyle büyük karşılaştırmalı muhasebesi yapılarak “özbilgiler” haline geçerler ve “şuuraltı”ndaki yerlerini alırlar. Günlük yaşamdaki şuur alanında cereyan eden olaylar, uyku arasında “şuurdışı” na geçerler. Esasen “şuurdışı” ile şuur (alanları) birbirine çok yakın ve sık sık ilişki durumundadırlar (142). İrili ufaklı tüm birim düalitelerinin (bir atomdan uzaysal objelere ve nebülözlere kadar her şeyin) bir manyetik alanı olduğunu biliyoruz. (Bkz. Sayfalar 49+50+86+87+88+89+90+91 vb.) İşte varlıklar bu alanlar kanalıyla bu âlemlere tesir ederek vazifesini yaparlar. Örneğin, birkaç güneş sistemini, hatta birkaç nebülözü içine alan manyetik alanlara tesir ederek onları yöneten çok “yüksek” vazifeli varlıklar bulunmaktadır (49).

Ruhun tekâmülünün gereklerinden olarak varlık, kendisinde bulunan değerlerin ve birikimlerin pek küçük kısımlarını ara sıra beyne aksettirir. İşte dünya insanı kendi varlığından beyne yansıyan bu tesirlere (içeriğini / ne olduğunu pek de anlamamaksızın) “şuuraltı” demiştir. Dünya insanındaki şuur; varlığın bedene (daha doğrusu beyin hücrelerinin oluşturduğu manyetik alanlar sentezine) doğrudan olan bağlantısı ile yansıyan kısımların tezahürüdür. Bir de varlığın beden dışındaki idraksel bir odaklanma noktasında kalıp, beyin manyetik alanına bağlanmamış kısımlarıyla ilgili “şuurötesi” alanı vardır ki, bunun da iki kısımda ele almak gerektiğini daha önce de belirtmiştik: “Şuuraltı”, “şuurüstü”. Bunlardan “şuuraltı”, varlığın geçmiş yaşamları ile ilgili izlenimlerini içeren kısımdır. “Şuurüstü” ise, varlığın serbest kalan yanının sürekli olarak ruhundan ve öteki varlıklardan aldığı tesirleri içerir. “Şuur” ile “şuurüstü” ilişkileri sonucunda dünya insanının ruhsal plandan ve öteki planlardan ve öteki varlıklardan aldığı tesirlerle “şuur”ları arasındaki ilişkiler ve alışverişler kurulur. Beyin, aldığı ruhsal tesirlerle “şuurüstü”ne bağlanır. Yani ruhsal planla ilgili izlenimler kendisine “şuurüstü” kanalından gelir. Enkarne varlıktan, onun hizmetinde olduğu ruha yansıyan bu olay bileşimlerine idrakli varlığın gelişimini ve ruhun tekâmülünü sağlar. Kısaca, ruh madde ile iştirak eder, şuurlu maddeyi (yani varlığı) kurar. Varlık da, kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların katkılarıyla, kendisine kaba maddelerden ayrıca bir beden yapar ve bu beden aracılığıyla maddelere ve öteki bedenlere etkide bulunur.

Demek ki, dünya insanı sürekli olarak iki tür tesirle karşı karşıyadır:

1-Varlıktan gelen (düşey) tesirler,

2-Çevreden gelen (yatay) tesirler.

İşte dünya insanı özvarlığından gelen tesirlerle , dünyadaki çevresinden gelen tesirlerin dengesi içinde yaşar. Ölümden sonra, spatyumun ilk zamanlarında, varlığın kendi ruhundan gelen tesirler hariç “yukarıdan” , “aşağıdan” ve çevreden gelen tüm tesirlerle bağlantısı kesiktir. Spatyomdaki varlık, sadece kendi varlığı ve “şuuraltı”nın (özellikle de son yaşamıyla ilgili) izlenimleriyle baş başadır (89).

Bedenin ölümüyle spatyoma geçilince, varlığın dışarısıyla tüm bağlantıları kesileceğinden, dünyada derlenmiş olan bilgiler şuuraltı bilgileriyle karşılaştırılarak, varlık tarafından muhasebeleri yapılacaktır. Bu değerlendirme yapıldıktan sonra, o bilgiler şuuraltına geçerek varlığa mal edilecektir. Başka türlü ifadesiyle, dünya yaşamı boyunca şuurdışı kalan bilgiler, ancak ölüm denen geçişte büyük muhasebeden geçtikten sonra , varlığın şuuraltına girebilirler. İdrak edilsin / edilmesin, şuurun karışmış olduğu olayla şuur dışındaki kıyas bilgileriyle sonuçlandırılırlar ve bu sonuçlar şuurdışında kalır. Bunlar orada, henüz varlığın özbilgileri durumuna girmemişlerdir ve dolayısıyla da şuuraltıyla ilgileri yoktur. Bununla beraber bu bilgiler varlığın egemenliği altındadır (119).

Varlık – Beden İlişkisi

Varlıklar, bedenleri bir ömür boyu kullanabildikleri kadar kullandıktan sonra yani; onlardan elde edebilecekleri yararları sağladıktan sonra, o bedenler üzerindeki kullanımlarından vazgeçerek, onları görüp gözetip yöneten beyinle olan bağlantılarını keserler ki, buna “ölüm” deriz (187).

(Yeniden doğacağı zaman) bir varlık, üst varlıkların yardımıyla bir beden kurar, o bedenden yararlandığı sürece onu kullanır; bunun için de o bedenin tüm parçalarına egemen olur ve böylece maddesel ihtiyaçlarını o beden kanalıyla sağlar. Bu bakımdan, henüz bir insanın bedenini yönetebilecek durumda bulunan bir varlığın, bu bedeni kullanmasıyla, örneğin; madde ve varlık topluluklarından oluşmuş büyük bir güneş sistemini görüp gözetip yönetmesi arasında esas bakımından bir fark yoktur. Bunların arasında sadece; gelişim, kapsam genişliği ve karmaşıklık farkları vardır. Görülüyor ki, bir insan varlığının bir bedene olan tesirleri ne anlama geliyorsa, vazifeli bir varlığın da güneş sistemine olan tesirleri aynı anlamları daha kapsamlı ve karmaşık olarak taşır (187).

Beden bir varlığa hizmet eder ve kaba dünya maddelerinde o varlığın simgesi olur. Tıpkı ruhun simgesi de daha derin anlamda varlık olduğu gibi. Şu halde, dünyada, bedenden ruha kadar uzanan bu birimlerden farklı beden-varlık–ruh ilişkisi beşerî anlayışta, bedenin içinde ruh varmış yanılgısını uyandırır (189).

Demek ki, ruha evren boyunca eşlik edecek varlığa hizmet etmek durumunda bulunan beden (organizma); herhangi bir uzaysal objede, ruhun ihtiyaçlarına göre ancak geçici bir uygulama devresi boyunca, o varlığa bağlı kacak geçici bir araçtan ibarettir. Varlık, bulunduğu vasatta; hizmet ettiği ruhun ihtiyaçlarını yerine getirdiği anda, başka bir bedeni kurmak üzere önceki bedenini terk eder. Bu da gene üst tesirlerin yardımıyla olur. Demek ki, bir güneş sisteminin herhangi bir uzaysal objesinde, oranın koşullarına uygun bir beden “içinde” doğmuş olan varlık, gelişim ihtiyaçlarına göre o sistemin değişik uzaysal objelerinde sayısız enkernasyon ve dezenkarnasyon vetireleri geçirerek madde aleminin son basamağına erişmiş bulunur ki, bu son basamak da sistemimizde dünya insanı (beşer), öteki sistemlerde ona karşılık olan gelişim düzeyinde bulunan bedenlerden biridir (58).

Varlığın, ruhundan gelen tesirlerle beşeri bir bedene bağlanması şöyle olur: Önce uygulama yapılacak uzaysal objede bir “aile birimi düalitesi” ne (yani bir erkek ile bir kadının bir araya gelerek bir birim oluşturmalarına) gerek vardır. bu ihtiyaç karşılandıktan sonra, “üst vazifeli yardımcı tesirler” ile erkek ve kadın “tohumları” birleşerek aşılanmış bir yumurta oluşturulur. Varlık aşılanmış bu yumurtayla bağlantı kurara. Burada varlık, beyin hücreleri ile ilgili varlıkların manyetik alanlara yaptığı müdahalelerle rüşeymin beynini, daha doğrusu onların beyin hücrelerini kurmaya yönlendirir. Zaten varlık spatyomdayken, bu yüzbinlerce beyin hücresi varlığını bir arada toplu olarak tutuyor ve onların manyetik alanlarına tesir ediyordu (85).

Böylece beyin hücrelerinin varlıkları dünya bedenine enkarne olacak varlığın tesir ve yardımıyla kendi bedenlerini (önce beyin hücrelerini) kurarlar. Varlık, kurulmuş olan bu beyin aracılığıyla sinir sisteminin öteki kısımlarını kurar. Bu da olduktan sonra, sinir sistemi aracılığıyla dünya bedeni organizmanın öteki kısımları oluşturulur. Bu şekilde ortaya çıkan organizmanın yönetimi organizmanın varlığı olan ve bir ruhla ilgili ve bağlantılı bulunan enerjiler (86) topluluğunun (varlığın) egemenliği altındadır. Dünya insanının zaman zaman da olsa sezebildiği; “iç varlık”, “öz benlik” , “özvarlık” dediği şey, bedenin dışındaki gerçek varlığın bir dereceye kadar serbest durumlarıdır. “Bir dereceye kadar” diyoruz; çünkü o ne kadar serbest olsa, gelişimiyle ilgili dünyadaki vazifelerin zorunluluğu ile, bedenin tüm durumlarını izlemek ve bu durumların gereklerini yerine getirmek zorundadır. Varlık, dünya bedenine bağlı olan yanıyla (7/8) bedenden aldığı izlenimlerin hazmedilmesi, sonuçlandırılarak ruha yansıtılması gibi; onu, bedeni üzerindeki etkileriyle sürekli meşgul edecek zorunlu meşguliyet alanları vardır (23). Varlık bu zorunluluğunu yerine getirirken beynin şuur merkezini kullanarak bedenden yararlanır (143).

Varlık, bedenin izlenimlerini günlük olarak uyku sırasında çeker. Uyku sırasında bazı beyin merkezlerinin dış âlemle olan ilişkisi kesilmiştir. Şuur da dahil, bu merkezler şuurdışına bağlanır. Uykuda merkezler dış âleme karşı pasif, şuurötesine karşı aktif durumdadır. Uykuda, şuur ve ilgili merkezler dış alemin bağlarından kurtulmuş bulunduklarından günlük kazanımlarının sonuçlarını şuurdışına aktarmak için, onların; vicdan önünde şuur dışındaki kıyas bilgileriyle ilk muhasebelerini rahat rahat yaparlar. Bu sonuçlar orada şuurdışında kalacaktır. Vicdan mekanizmasında aşağıdan yukarıya yükselen ve değişen realitelerin durumu, Varlığın vazife planına doğru uzanış ve yürüyüşünün hızını gösterir (106).

Günlük olaylar bu şekilde uyku sırasında şuurdışında akatrılmış olur. Bunların henüz varlık tarafından, özbilgilerle karşılanması yapılmadığı için, özbilgilerle arasında uyumsuzluklar vardır. bu yüzden bu bilgiler şuuraltındaki özbilgiler sentezine henüz dahil olmazlar; şuurdışında, varlığın şuura yakın işlev alanında kalırlar. Onların burada birikmesi, ölüm anına kadar sürer(144).

Varlığın bir bedenle olan ilişkisinin, onun beyin hücrelerinin manyetik alanına egemenliği, bu alan aracılığıyla da tüm organizmasına tesirinin gönderilmesi şeklinde olduğunu daha önce de belirtmiştik. Bu da, sözünü ettiğimiz o yoğunlaşma / odak noktasından varlığın, bedene göndereceği tesirlerin küçük bir kısmı (7/8) ile sağlanmaktadır. Tesirlerin az bir kısmı (1/8) da beden dışındaki noktada çok serbest bir şekilde bulunur. Bedene yönelik (7/8 oranındaki) tesirleri, bedeni yöneten varlığın kontrolü altında ve yüksek tekamül gereklerine göre bedenin tüm fizyolojik / biyolojik işlevlerini gerçekleştirirler (91).

Ruh, Varlık, Beden

Varlığın, dünyadaki hizmet aracı beden (organizma) olduğu gibi, ruhun da evrendeki hizmet aracı varlıktır. Varlığın, ruha hizmet kapsamında yaptıkları şunlardır: Atomların en basitinden başlayarak, gelişim aşamaları boyunca, çeşitli elemanlardan kurulmuş bileşimlerine ve kompozisyonlarına yavaş yavaş egemen olmak üzere, ruh adına aktif bir uygulama sergilemek. Bunun için bu bileşimleri; toplamak, dağıtmak ve onlardan yeni oluşumlar ortaya çıkarmak, bedenler kurarak, bedenleri yöneterek ruha hizmetini sürdürmek ve bu âlemdeki ileriye doğru olan hazırlıklarını tamamlamak. Kısaca ruhun tüm durumları evrende varlık temsil eder. Böylece, varlık aracılığıyla ruh, hidrojen âleminin yoğun madde bileşimleri, uzaysal objelerin içindeki kaba maddeler üzerinde çeşitli dönüşüm ve değişimler oluşturarak onları etkin kılar. Ruhun doğrudan, doğruya âlemin / evrenin kaba maddelerine hükmetmesi olası değildir. Bu nedenle ilk ortaya çıkan varlık, ruhta beliren yeni ihtiyaçlar karşısında hemen, çevredeki en ilkel maddelerden yararlanmaya çalışacak ve onlardan, önce basit bileşikleri kurarak, bu bileşikler üzerinde egemenlik uygulamasına başlar (55).

Madde bileşimlerinin, bunların çeşitli değişimlerinin ve üst değerlere ulaşmalarının maddelerinin gelişiminde büyük rol oynadığını belirtmiştik. Ruhun evren ile bağlantısının biricik amacı tekâmül olduğuna göre ruha hizmet eden varlığın bu değişimlerden ve değerlerden yararlanması; bunun içinde sayısız madde bileşimleriyle karşılaşması kaçınılmaz olur. Madde bileşimlerinin, sayısız uzaysal objelerde sayısız şekilleri ve dereceleri vardır. özellikle dünya gibi madde oluşumları çok zengin olan uzaysal objelerin olanaklarından başka, gene sayısız başka uzaysal objelerin bileşimleriyle ilgili olarak zenginlikleri ruhların tekamüllerine yarayan bol materyalerdir. Fakat bir varlığın bu materyal bolluğundan gerektiği gibi yararlanabilmesi için, birbirinden çok farklı ve dereceleri çok değişik olan bu sayısız bileşimlerde yaşadıktan sonra, onları değiştirmesi ve “üst kısımlara” geçebilmesi, kendi bulunduğu “alt aşama”da kullandığı madde bileşimlerini bırakması gerekir. Oysa ki, onun esasen, bu madde bileşimlerinde uygulama görmesinden maksat, sürekli olarak “yukarılara” ulaşmak ve böylece hizmet ettiği ruhun maddelerle olan tekamül aşamalarının tamamlanmasını sağlamaktır (92).

O halde bir varlık, ihtiyacına göre; önce bir uzaysal objenin maddelerinden kurulmuş beden (organizma) ile sıkı bağlantıya geçecek, kendi süptil vibrasyonları ile onu her zerresine egemen olacak ve onu, bağlı / hizmetinde olduğu ruhun ihtiyaçlarına göre kullanarak, bu yolla o uzaysal objedeki kaba madde bileşimlerinden ve bu bileşimlerle başka maddeler arasındaki ilişkilerden doğacak olan vibrasyonlarını idrak kanalı ile ruha gönderecektir ki, onun bedenle olan bu bağlantısını, dünya insanının “enkarnasyon” diye adlandırdığını daha önce de belirtmiştik (92).

Ruhlarla varlıklar arasındaki bağlantıyı sağlayan tesirlere “tekamül değerleri” denir. Varlıkların, bireysel ve toplumsal gelişiminin gereklerine göre hazırlanmaları ve bunun sürdürülmesi, “yüksek” tesirleri halinde evrenin tüm parçacıklarına kadar nüfuz eden Aslî İlke’den çıkan kudretler tarafından gerçekleştirilir. Bunlara “esasi değerler / tesirler” de denir (64).

Evrenin Ünite’sinden evrene giren tesirler ruhlarla varlıklar arasındaki bağlantıyı sağlayan tekamül değerleridir. Ünite, “varlıklar ve icaplar birliği”nin adıdır. Aslî İlke’den çıkan kudretler de, evrenin dışından Ünite’ye girerek oradan evrenin tüm parçalarına esasi tesirler olarak dağılarak varlıkları toplumsal gelişim gereklerine göre hazırlar. (Esâsi tresirlere “yüksek tesirler” de deniyor(32+64).

Ruh, yönelmiş olduğu evrende işi bitince, kendisine o evren boyunca hizmet etmiş olan varlığı ebediyen terk edip gidecek ve terk edilmiş varlık dağılacaktır. Burada “dağılacak” olan şey sadece; duyguları, fikirleri ve tanımadığımız ileride gelecek daha başka sayısız ifadeleri taşıyan maddelerin bileşimleri, şekilleri ve hareketleri olacaktır. Ruhun evrenden “ayrılmasıyla” beraber, varlığın da taşıdığı tüm ifâdeleri yitirip hemen yeniden atıl ve amorf duruma dönmesi söz konusudur (37).

Varlığın Gelişimi ve Dünya Yaşamı

Ruhun tekâmülüne yarayan bilgiler, varlığın öz bilgileridir. Varlığın özmalı durumuna gelmemiş bilgi ruha yansımaz. Bilgilerin özbilgi niteliği kazanması, ancak; olaylar (toplumsal yaşam) içinde varlığın (bedeni aracılığıyla) yoğrulması ve birçok ceht sergilemesiyle sağlanacak bir olgudur. Yani varlık bedeni aracılığıyla dünya olaylarının olumlu / olumsuz cepheleri karşısında, onlarla boğuşacak yaptığı uygulamalardan sonra, bazı sonuçlar elde eder ki, işte varlığın özbilgi birikimini oluşturan bu sonuçlardır (183).

Varlıklar sahip oldukları özgürlüğün sınırları içinde sürekli olarak sınav geçirirler. Bu sınavlar içindeki davranışları, olumlu/ olumsuz tepkileri; kısaca, başarılı oluşları ya da olmayışlar, kaderin öngördüğü ve saptadığı madde bileşimlerinin, yani mekanların sayısız durumlarının ortaya çıkmasını sonuçlandırır. Varlıklar, liyakatlerine göre bu olayların çeşitli durumlarında yaşarlar (235+236).

Dünya bedenini kullanan varlıklar; dünya ortamında ve içinde bedenlerini kullandıkları çevrenin olanak ve koşullarından ve içindeki bedenlerini kullandıkları çevrenin olanak ve koşullarından yararlanarak, o koşullar içindeki sayısız olaylara karışmışlar. Bireyleri vazife sezgisine hazırlayacak ve özbilgi birikimini arttıracak olan bu olaylardır. Bu olaylar içinde ve büyük bir varlık kadrosu olarak, varlıklar bir birini yetiştirerek Vazife Planı’na hazırlarlar (197). Farklı gelişim düzeylerindeki varlıkların tesir alanları, sanki birbiri içine girmiş küreler gibi dünyanın çevresini sarmış durumdadır. Bunların her biri vazifeli varlıklarla ilgili tesir alanlarıdır. En yoğun tesir mıknatısı dünya yüzeyine en yakın olan alandır ve burası daha geri varlıklarla ilgilidir. Şu halde dünyanın çevresinde, kalabalıktan süptilliğe doğru dünyadan gittikçe uzaklaşan tesir vasatları vardır (147+148).

Varlığın bilgi edinmesi; idrakinin, olaylardaki sebep–sonuç bağlantılarına nüfuz ve uyumuna bağlıdır. Varlıklara bilgi sağlayan olaylar, onların gelişim ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak yardımcı varlıklar tarafından ve varlığın dünyadaki gelişim aracı olan fizik bedeninin önüne bırakılır. Enkarne varlık bu olaylara doğrudan doğruya kendisi de davranışları, hareketleri ve tepkileriyle de neden olabilir (123). Böylece olaylar, bir yandan varlığın özbilgilerinin artmasına neden olurken, bir yandan da gelişim mekanizmalarını müdahaleye yönlendirirler ki, bu da yeni yeni olayların, yaşam sınavlarının, deneyim ve gözlem olanaklarının (“nimetler”) yolunu açar. Böylece varlığın idrakinin yürüyüş temposu giderek hızlanır (128).

Varlık, ruhun evrendeki tekâmül aracı ve ifadesidir demiştik. Ruh kendisini evrende varlık ile ifade eder. İnsan da, varlığın hizmetine ayrılmış madde parçalarından oluşan bir bütün yapıdır. Varlık, egemenliği altında ve hizmetinde bulunan dünya bedeninin kaba maddesel durumlarından yararlanarak onun aracılığıyla dünyanın kaba maddesine tesir eder. Bu olaylar dünya bedeninin tabi olduğu yüzeysel zaman realitesine göre cereyan eder. Buna karşın maddelerden gelen tesirler küresel zaman idrakiyle değerlendirilerek, varlığın idrak kanalıyla ruha yansır. Bu şekilde ruhun tekâmül ihtiyaçları karşılanmış olur. Varlığım sınavları, deneyimleri, gözlemleri; kısacası planının gereği olan tüm ihtiyaçları için kullandığı bedenine yardımcı olarak dışarıdan ve elbette yine ancak o varlık kanalıyla milyonlarca tesir gelir. Bu tesirler çok “yükseklerden” gelebildiği gibi, değişik şiddet ve kuvvetlerde sonuçlar oluşturmak üzere farklı tekâmül düzeylerindeki planlardan ve kademelerden de gelebilir. Varlığın dünyadaki bedenli yaşamıyla ilgili mukadderat planının gereklerini yerine getirmek için, bedene inen tüm bu tesirler üst planların sürekli denetim ve gözetimi altındadır. Bundan dolayı, bu tesirlerin en “küçüğünden” en “büyüğüne” kadar hiçbirisi boş, anlamsız ve gereksiz değildir. Bunların her biri daha önce değindiğimiz vicdan mekanizmasıyla ilgili durumlar arz eder ve organizmada ayarlanır. Beden bir organizmadır ve bu organizmanın tüm durumlarından o bedene egemen olan varlık sorumludur (185+186).

Bir varlık dünyada enkarne olmadan önce, öteki vazifeli varlıklarla birlikte yaşam planı hazırlar. Bu şekilde varlık dünyaya “gelmeden” önce yapması gereken işleri tasarlamış, göze almış ve onları yapacağına söz vermiştir. (“ahde vefa”) İşte bu işlerin yapılması onun o devredeki dünya yaşamındaki vazifesidir (187).

Varlığın maddesel ortamlardaki enkarnasyonları boyunca Vazife Planı’na hazırlığı hidrojenin insanlık kademesinden itibaren yarı idrakli sübjektif gelişim olarak başlıyor. Vazife Planı hidrojen aleminin ötesindedir. Varlığın hidrojen âlemindeki gelişimi, yarı idrakli bir performans ile Vazife Planı’na hazırlıkla geçer. Işık konisi örneğinde ve sembolizminde, koninin tabanı artık iyice aydınlanmıştır. Buradan başlayarak, bu varlıkların bağlı oldukları ruhların “davranışlarıyla” Asli İlke’nin icapları birleşmeye başlar. Varlıklara buraya kadar ışık konisinin tabanını çeşitli mekanizmalarla sanki itilerek ve sürüklenerek “yukarı” doğru hareket ederler. Bu gidiş içinde idraklerin icaplarla vukua gelecek birleşme liyakatleri sayesinde varlıklar kendi idrakleriyle “ışık konisinin huzmelerine tırmanarak” ve “didinerek” etkin bir şekilde koninin tepesine doğru yükselmeye başlarlar. Bu yükseliş, idraklerin icaplara uyumlandığı oranda, yani idraklerle icaplar vahdet oluşturdukları oranda hızlı olur. Varlığın bu gidişine “gelişimin aktif uyumlar aşaması” denir (194).

“Gelişimin aktif uyumlar aşaması”nda gelişim, geçmiş aşamaya oranla objektif karakterlidir. Varlıktaki bu gelişime paralel olarak, ruhun idrakleriyle icapların birleşme alanları da giderek genişler. Sonunda ruhların o evrene yönelik tüm davranışları ve idrakleri tam bir vahdet durumuna gelmiş bulunur ve böylece “tepeye” gelmiş olan koninin tabanı o tek nurlu noktada yolculuğunu tamamlamış olur (194). Tüm davranışların, idraklerin, olanakların ve tesirlerin, kısaca icapların birleştiği bir tek nurlu noktada “Ünite” dediğimi idrak vahdetidir (195).

Vazife Planı’ndaki varlıkların idrakleri “tırmandıklarını” söylediğimiz “ışık konisi huzmelerine” kendi kudretleriyle uyum sağlamaya başlamışlardır. Bu nedenle, Vazife Planı’na “aktif uyumların başladığı aşama / merhale” diyoruz. Vazife Planları’ndan başlayarak, varlıklar geliştikçe, tüm idrakler , İlâhi İcaplar’a ve dolayısıyla birbirlerine birleşirler ki, bu vahdet, evrenin “sonunda” Ünite olur. Vazife Planı’nın ilk kademelerindeki vahdet tama olmaktan çok uzaktır ama ortaya çıkmaya başlamıştır. Varlıklar Ünite’ye “gidiş yolunda” aynı icaplarla tam bir uyum durumuna geldikçe, o noktalarda birbirleriyle de vahdet durumuna gelmişler demektir. Şu halde Vazife Planı’nın çeşitli kademelerinde, belirli icaplarla birleşmiş / vahdet oluşturmuş, varlıklardan oluşan çeşitli vazife grupları vardır (237).

Evrenin son sınırı; varlık için gelişimin, ruh için (belli bir evrendeki) tekâmülünün gerçekleştiği yerdir. Bu sınır (Ünite), Vazife Planı’nın ilk kademelerine “sonsuzluk” denecek kadar “uzaktır” (238). Vazife Planı’nda başlayan bu vahdet oluşumları varlıklara, icaplara uyum alanlarının genişliğine göre bir takım sorumluluklar işler / vazifeler yükler. Varlıklar bu sorumluluklarını / vazifelerini yerine getirirken, gösterdikleri performansın derecesine göre icaplara uyum alanları daha da genişletirler ve idraksel zamanın ve mekânın içinde Ünite’ye doğru yükselen Vazife Planı kademelerinin üst basamaklarına tırmanırlar (239).

Bununla birlikte, varlıkların sorumlulukları “aşağı” planlarda, akıllara gelebileceği gibi, verilip alınan bir şey değildir. Çünkü zaten hakikatle örtüşmek, onunla birleşmek demektir ki, sorumluluğun gerçek anlamı da bu vahdetten çıkar. Şu halde varlıklar vazife kademelerinde yükseldikçe sorumlulukları da mukadderat mekanizması altında otomatikman artar. Vazife Planı’ndaki varlıklara kimse sorumluluk yüklemez; yeter ki onlar bu sorumluluklarının liyakatini (kader mekanizmasıyla yüzleşerek) arttırsınlar. Böyle olunca oradaki varlıklar da sınavdan kurtulmuş değildir (239).

Varlıklar özgürlük sahibi olmalarından dolayı sürekli sınavdan sınava girerler. Bu sınavlardaki olumlu / olumsuz tepkiler, başarılar / başarısızlıklar kederin belirlediği bileşimlerin, yani mekanların sonsuz durumlarının ortaya çıkması sonucunu doğurur ki, varlıklar liyakatleri derecelerine göre bu olayların çeşitli durumlarında yaşarlar. Şimdi varlıkların sorumluluk liyakatlerinin nasıl oluşuğuna bakalım (239):

Varlıklar madde evreni içinde ve kader mekanizmasının icapları altında, idrak vahdetlerinin ilk adımına Vazife Planı’nda başlarlar. Bu durum aynı zamanda idraklerin icaplara ve hakikatlere ulaşması demektir. İşte varlıkları vazife sorumluluklarını ortaya çıkaran zorunluluk ve gerçekleşmeden ileri gelir. Bu gerçekleşmeler idraksel zaman mekanizmasıyla yürürler. Vazifeliler de zaten idraksel zaman ve mekân koşullarına bağlıdırlar. Söz konusu gerçekleşme, (projektör simgesiyle ifade ettiğimiz) Aslî İcaplar’a idraklerin uyulması demek olduğuna göre, ilk gerçekleşmeler Vazife Planı’nın ilk kademelerinde başlar, yüksele yüksele Ünite’den son kapsamına ulaşır (239).

Şu halde, varlıkların; evrene inen Aslî ilke ışığı huzmesine “tırmanarak yukarılara” çıkması demek, o ışık huzmelerinin kapsamında olan tüm icaplara idraklerin uyumlanması, onun uyumuna girerek gittikçe daha geniş çapta o uyuma kavuşmaları demektir (239). Bu tırmanış Ünite dediğimiz, evrenin son olanak sınırlarına geldiği zaman, o varlığın idraki bu ışık huzmesinin içerdiği tüm icaplara uyumlanmış, tam o uyumdan olmuş ve dolayısıyla evren parçacıklarına ve tamamına egemen olmuş demektir. Yani evrenin doğrudan doğruya kendisi olmuş gibi o büyük vahdete karışmıştır. Şu halde, Vazife Planı’nın ilk kademesinden başlayarak varlıklar yavaş yavaş Aslî İlke’nin ışığına tırmandıkça, kendi bulundukları noktalara kadar ki uyumları derecesinde evren parçacıklarına egemen durumlara geçerler ve bu egemenlik Ünite’de tamamlanır (240).

Varlıkların her türlü ihtiyaçlarına uygun durumlar, gelişimin genel uyumuna göre onlara sağlanmıştır. Âlemdeki bu uyum ve düzen, tüm varlıkların gelişimleri yolundaki mukadderlerine egemen durumda bulunan İlahi İcap’ın tezahürüdür (270). Kader mekanizması, varlıkların evren akışındaki maddesel olanaklarını onların liyakatlerine göre ayarlar. Ayrıca, kader mekanizması, varlıkların Aslî İcaplar karşısındaki liyakat derecelerini ve liyakat ölçümlerini belirler / saptar. Bu kader mekanizması, Yüksek Kader İlkesi’ni evrendeki tezâhürüdür (233).

Dünyadan Mezuniyet ve Yarı Süptil Âlem

İnsan bedenlerini kullanan varlıklar, dünya insanının anlayışına göre, madde bile denemeyecek kadar dünya maddesi kavramından ve ralitesinden uzaklaşmış çok süptil bir madde durumudur. Bir varlığın dünya insanlarının tanıdığı anlamda hiçbir maddesel özelliği yoktur. Bu nedenle, varlığa “tesirler karışımı (mudilise) “ denmiştir. Bir tesirler / enerjiler karışımı olan varlık, dünya okuluyla işi tamamen bitince, sevgi planında (Yarı Süptil Arasat / Âlem) bir tesir aracı olarak kullanmak üzere yarı süptil bir madde bileşimini yakalar ve ona bağlanır. O anda bu bileşim, onun kaba dünyadaki kaba bedeni yerine geçer(311).

Yarı süptil alem, dünyadan tamamen kurtulmuş varlıkların bulunduğu bir vasat ve bir mekandır. Burası dünyanın en üstün ve gelişmiş hidrojen bileşimlerinin kendiliğinden yaydıkları ince enerji parçacıklarından oluşmuş bir madde durumudur. Yarı süptil aleme geçen varlıkların ilk bağlandıkları ve kullandıkları araç, yarı süptil maddelerden oluşmuş belirli bir madde bileşimidir. Varlıklar bu madde bileşimini hem kullanarak, hem de onunla sevgi yolunda mücadele ederek yetkinliklerini ve liyakatlerini arttırırlar. İşte bunlar dünyadakilerine benzer yoğun maddeler olmadığı için; dünyada olduğu gibi yorumcu, bezdirici, zahmet verici ağır yürüyen etkinlikler bu planda yoktur. Yarı süptil maddelerin olanak genişliği yüzünden, bu âlemdeki varlıkların sarf edecekleri en az düzeyde bir cehitle; dünyada birçok güçlükler, zahmetler ve yorgunluklar çekilerek yıllarca süren çalışmalar sonunda ancak elde edilebilen sonuçların birçok katları burada kısa bir anda alınabilir. Örneğin, varlık elindeki yarı süptil maddenin zengin olanaklarını ve imajinasyonu ile kendisine bir mekanizma kurup, orada istediği gibi yaşayabilir. Gene, kullandığı aynı madde ile istediği şekilleri basit bir imajinasyon etkinliğiyle oluşturabilir ve onları kendisi için objektif değerler haline sokabilir. Tüm bu işlemler sırasında; o varlık dünya insanının “yorgunluk” dediği şeyin hiçbir şekilde duymaz (315).

Yarı Süptil Alem’deki (Sevgi planındaki) varlığın bedeni, dünya maddeleriyle Vazife Planı’nın süptil maddeleri arasında yarı süptil halde bulunur. Fakat o, kaba tarafıyla dünyaya, süptil tarafıyla da süptil olan Vazife Planı’na yakındır. Onun içindir ki, buraya “yarı süptil madde” ve bu maddelerden oluşmuş yere de “Yarı Süptil Alem” diyoruz. Yarı Süptil Alem’in varlıkları kullandıkları maddelerin, dünya maddelerine yaklaşan yanından yararlanarak; bunlarla zaman – mekan kavramlarına yakın realiteleri orada kurabilirler. Varlıklar kurmuş oldukları bu reel imajlarda da yaşayabilirler. Onların bu mekânları kurabilmelerine yardım eden maddelerin incelik dereceleri dünyanın pek duyarı aletlerine çarpabilecek ayarda da olabilir (312).

Bu varlıklar henüz Vazife Planı’na girmemiş oldukları için, kendilerine hiçbir vazife verilmez; bu yüzden de onlar hiçbir varlığın gelişimine karışmaz, hiçbir varlığın etkinliğiyle ilgilenmez. Yarı Süptil Âlem’deki varlığın asıl amacı Vazife Planı’na ulaşmaktır. Oysa ki varlığın orada bağlanmış olduğu yarı süptil madde, onun Vazife Planı’na yükselmesine engel oluşturmaktadır. Çünkü Vazife Planı’ndaki madde halleri süptil niteliklidir ve o planda vazife görebilmek için varlıkların yarı süptil bir tek madde bileşimine bağlı kalmaktan kurtulmaları gerekir. İşte oradaki varlıkların bu engeli aşabilmeleri için, çok güçlü bir aracı vardır ki, o da sevgidir (312).

Şu halde, Arasat Planı’ndaki sevgi, o planın yarı süptil maddelerini, her türlü ıstıraptan ve elemden arınmış, tatlı ve mutlu mücadelerlerle yenmeye yarayan “yüksek” bir araçtır. “Vazife Planı’na girmek” demek, bir takım vazife sorumluluklarını kabullenmek ve bu vazifelerin gereklerini yerine getirmek kudret ve olanaklarına sahip olmuş bulunmak demektir. Bunun için de Vazife Planı’ndaki varlığın, vazifelere uygun çeşitli maddeleri kullanmaları gerekir (312).

Oysa ki, henüz bu duruma gelmemiş bir varlık, dünyadan ayrılışının ardından yakalanmış olduğu yarı süptil bir madde bileşimini iyice benimser ve ondan ayrılmaz. Bu maddeden ayrılamayınca, çeşitli süptillerdeki maddeleri kullanabilme olanağını elde edemez. Bunun sonucunda da hiçbir vazifeyi yapamaz. Çünkü o vazifeyi yapabilmesi için, çeşitli süptillerdeki vasatlardan ve maddelerden yararlanması gerekir ki, buna; onun bir türlü terk edemediği yarı süptil maddesi (bedeni) engel olmaktadır (313).

Bundan dolayı, Yarı Süptil Arasat’taki varlıkların Vazife Planı’na geçebilmeleri için, bu ilk yakaladıkları, yani kendilerine bir tür beden gibi kullandıkları yarı süptil maddeyi bir an önce terk edebilmeleri şarttır. Bunu yapabilmelidirler ki, ileride kendilerine düşecek herhangi bir vazifenin gereklerini yerine getirebilmek için istedikleri değişik süptil ya da yarı süptil maddeleri kullanabilsinler ve gerekliliklerine göre onları derhal değiştirebilsinler (313).

İşte varlıkların, Yarı Süptil Âlem’e geçer geçmez yakaladıkları ve bir türlü bırakamadıkları Yarı Süptil maddelerini bırakabilmelerine yardım edecek kudretli araçları sevgi olacaktır. Sevginin çeşitli uygulamalarını yapa yapa bu varlık artık, bir tek yarı süptil maddeye bağlanmak durumundan kurtulacak, o maddeyi istedikleri zaman terk edebilecek ve onun yerine değişik maddeleri kullanabileceklerdir. Sevgi Planı olan Yarı Süptil Arasat’a geçen varlıkların ilk yakalandıkları yarı süptil madde (beden), oradaki hazırlıkların tamamlanması sırasında; varlıklar için yenilmesi gereken, onların bir tür nefsaniyetleri olur. Onlar bu maddeden kurtulmakla nefsaniyetlerini yenmiş ve o andan başlayarak da Vazife Planı’nın ilk basamaklarına erişmiş olurlar. İşte bu başarıyı sağlamaya yardım eden araç, sevginin çeşitli türleridir(313).

Sevgi Planı’ndaki hayat, varlıkların; yüksel süptil vazife planlarına ulaşabilmelerine engel olan, bağlı bulundukları yarı süptil maddelerden onların yavaş yavaş kurtulmalarını sağlar. Bu hedefe ulaşmak için sevgi, varlıkları gruplar halinde birleştirir. Gruplar arasında yavaş yavaş tam bir uyum ve beraberlik kurulur. Böylece varlıklar, Vazife Planı’nın tam örtüşme ve uyum icaplarına hızla hazırlanırlar. Artık böyle, varlıkları grup grup bir araya toplayan, o gruplar arasında tam bir uyum ve örtüşme sağlayan sevginin, dünyadaki anlamından elbette daha çok derin kapsamı olacaktır (318).

Yarı Süptil Âlem’de varlıkların geçireceği süre varlıktan varlığa göre değişir. Bu süre bazıları için oldukça uzun, bazıları için ise kısadır. Bu sürenin dünya zamanıyla belirlenmesi / ifâdesi güçtür; oranın zamanı dünyadaki ile karşılaştırılamaz. Bu değerler idrake göre değişir. Yarı Süptil Alem’in zamanı dünya idrakinin üstünde bir zamandır. Dünya “üstündeki” işlerde “idraksel zaman – mekân” egemendir.

Ancak, Yarı Süptil Alem’in (Sevgi Planı’nın) varlıkları ile zamanlarında, yarı süptil maddenin dünyaya yakın cephesini daha çok kullanacaklarından, dünyaya yakın realitelerde yaşayabilirler. Yarı süptil maddeleri kullanan varlıklar, bu maddelerin dünyaya “yakın” cephelerinden yararlanarak, dünya mekanına az çok benzer mekanlar da kurabilirler (314).

Tüm bir dünya yaşamında, varlığım sonsuz cephesiyle geçirmesi gereken bir gelişim alanı vardır. Bu gelişim alanı canlı ve belirlidir (A,B). Yüzeysel zaman idrakinin zorunluluğu olan bu gelişim alanının başlangıç ve bitiş noktaları vardır. Bu noktalar arasında varlık, idraksel zamanın egemen olduğu Vazife Planı’na hazırlanır (221+222).

Bu arada, varlıklar orada sevgi uygulamalarını yapa yapa idraklerini gereği kadar arttırıp yarı süptil maddeye bağımlılıktan kurtuldukça, zaman ve mekânları da o oranda idraksel zaman–mekân kapsamlı karaktere bürünmeye başlar ve yarı süptil madde bileşimlerinden kurtuldukları anda da artık onlarla maddesel realitelerle ilgili etkinlikler kalmaz ve alacakları vazifelere göre, gereken yerlerde istedikleri maddeleri kullanarak, o maddelerin bağlı olduğu her türlü zaman ve mekân realitelerinden yararlanabilirler. Çünkü yarı süptil maddelerden kurtulduktan sonra, onların belirli maddelerle sürekli bağları kalmayacağı için, süptil bedenleriyle istedikleri maddeyi kullanıp terk edebilecek kudrete ulaşmış olacaklardır. Şu halde, Yarı Süptil Âlem’deki (Sevgi Planı’ndaki) bir varlığın, yarı süptil maddesini (bedenini) bırakabilmesi ve Vazife Planı’na geçmesi demek, onun hiçbir maddeye bağlı olarak kalmaması; özvarlık durumunda yani, yeni ortaya çıkmış bir enerjiler karışımı olarak kalması ve bu enerjiler karışımı ile istediği zaman ve istediği yerde maddeyi kullanabilmesi, kullandığı maddeler sayesinde de o maddelerin bulunduğu alemlere etkide bulunması, oralarda bir sürü işler görebilmesi, vazifeler yapabilmesi demektir ki, Yarı Süptil’deki bir varlık bu olanaklara ancak “tatlı, mutlu haz ve zevklerle” dolu sevginin çeşitli uygulamalarını (Yarı Süptil Alem’de) yaparak kavuşacaktır (314).

Evrende belirli vazifeler ve işler bir takı grup ve kadrolardaki vazifeli varlıklar tarafından yapılır ve bu gruplar çeşitli cepheleriyle birbirine bağlıdır. Böylece Ünite’ye kadar bir organizasyon sistemi kurulmuştur. Vazife Planları’nın evren ilkelerine uygun olarak yürütülmesini sağlayan bu sistemler tüm varlıkların gelişim planlarında çok önemli roller alırlar (168).

Varlık ve Dünya

Varlık güneş sisteminin uzaysal objelerinde, o uzaysal objelerin koşullarına ve durumlarına uygun, fakat dünyadakilere oranla ilkel madde karışımlarından sayısız bedenlemeler geçire geçire güneş sisteminin en gelişmiş varlığı olan dünya insanı bedenini kurmak liyakatine ulaşır. Dünya insanı bedenlerine enkarne varlığın idraki, önceki aşamalara göre artmış; buna paralel olarak , irade özgürlüğü de çoğalmıştır. Bu kudretleriyle uyumlu olarak sorumluluğun anlamı da yavaş yavaş sezinlemeye başlamıştır. Tüm bu melekelerin artması, ona sevgi ve vicdan denen, yüksek gelişim mekanizmalarının bilincini de az çok kazandırmıştır. Varlık gelişebilmek için dünyada kendi bedeni dışındaki öteki bedenlerle ve maddelerle karşılıklı etkileşimde bulunmak zorundadır (60).

Enkarne durumda olan varlıkların bu ilişkilerinden sayısız olay bileşimleri (kombinasyonları) ortaya çıkar. İşte enkarne varlıktan , onun hizmetinde olduğu ruha yansıyan bu olay bileşimleri ile ilgili idrakler varlığın gelişimini ve ruhun tekamülünü sağlar. Kısaca, ruh, madde ie iştirak eder, şuurlu maddeyi (yani varlığı) kurar. Varlık da, kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların katkılarıyla, kendisine kaba maddelerden ayrıca bir beden yapar ve bu beden aracılığıyla maddelere ve öteki bedenlere tesir eder (60).

Dünya yaşamında (toplumsal yaşamda) beyne bağlı realiteler varlıktaki idrakle ilgili ince madde bileşimleri karışımlarını zenginleştirirken varlıktan beyne yansıyan “nurlu ışıklar” da vicdan dengelerini üst düzeye ulaştırırlar. Böylece varlıkta özbilgi birikimi arttıkça, vazife bilgisi yolundaki vicdan mücadeleleri nefsaniyetin de düzeyini (olumlu anlamda) yükseltir. Bu gidiş içinde, Vazife Planı’nın “yakınlarında” vazife ile nefsaniyet arasındaki “uzaklık” azalır ve idrakin vazife cephesine yönelmesini kolaylaştırır. Vazife Planı’na gelince oradan başlayarak vicdan düalitesi (gelişim) düalitesine dönüşür. Vazife düalitesinde varlık büyük vazife işlevleriyle yürümeye başlar ve bu gelişim düalitesi varlığı Ünite’ye kadar izler (181).

Varlık, bir bedenli yaşam boyunca, fizik beden olanaklarını çeşitli yollarla kullanarak tüketir. Sonunda beden yaşlanır, rahatsızlanır ve işe yaramaz duruma gelir. Varlık o bedenin yeterlilik sınırlarının üstündeki olanaklara sahip vasatlarda gelişimini sürdürmek zorunda kalır. Bu durumda yine vazifelilerin yardımıyla eski beden terk edilir ve varlık bir üst kademenin koşullarına çıkarılır (201).

Varlığın bedende işi bittikten sonra, orada kalmasına gerek yoktur. Çünkü bu kendi gelişiminin aleyhine olur. Bundan dolayı, varlık bedeni terk edecek ve başka madde bileşenleri içine girecektir. İşte bir varlık, bir maddenin tüm olanaklarından yararlandıktan sonra, ondan daha üstün başka bir madde karışımı koşulları içinde de uygulamalara girişmek zorundadır. Fakat bu durumu gerçekleştirebilmesi için, onun; ilk madde karışımları koşullarından ayrılması, bedenini terk etmesi gerekir ki, buna da dünya insanları dezenkarnasyon ya da “ölüm” diyor (93).

Varlık spatyoma geçişinin ilk anlarında ona, kendi ruhundan gelen tesirler dışında, çevreden gelen tüm tepkiler kesilir. Kendi varlığı içinde yalıtlanmış, yapayalnız bırakılır. Ölüm ile bedensel ben (dünya insanı) spatyoma kendi özvarlığına/ asıl kendisine döner. Ama o bu haliyle yine bir dünya insanıdır, henüz dünyadan çıkmış değildir ve kendi özvarlığı ile baş başadır (315). Spatyom yaşamı varlıklar için bir mekân değildir; onların mekanı o anda yalnız kendi varlıklarıdır. Bundan dolayı, varlığın oraya ilk geçişiyle; ne dünya ile, ne üstü ile, ne de çevresindeki kendisi gibi öteki varlıklarla ilişkiye geçmesi mümkün olur. Çevresiyle olan tüm ilişkileri ve etkileşimi kesilmiştir. Bu durumun, hem o varlığın ağır bir egoizma içinde bulunmasından dolayı doğal nedenleri, hem de aşağıda belirttiğimiz başka zorunlulukları vardır. Bu durum, gerekli olan bir zaman sürdükten sonra çevreden gelmeye başlayan tesirlerle ortadan kaldırılır (202).

Varlık bu tesirler yardımıyla uyanan idrakiyle; çevresini, kimliğini ve gereksinimlerini tanımaya başlar. Ölümden sonra varlık elbette serbestleşir ana Vazife Planı’nın tüm hazırlık uygulamalarını dünya henüz tamamlayamamışsa, beşeri aşamayı bitirmiş sayılmaz. Bundan dolayı, her ne kadar bedenden ayrılmış ise de, o varlık yine de bir dünya insanı mertebesinde bulunmaktadır. Çünkü ne olursa olsun, yarım kalmış işini bitirmek üzere o, tekrar dünyaya dönmek zorundadır. Oradaki hazırlık uygulamalarını tamamlayıncaya kadar onun meskeni dünya olacaktır: Maşeri (toplumsal) planda dünya insanlığı… Ölümden sonra varlığın spatyomda bir süre geçirmek zorunluluğunun nedeni; dünya yaşamında kazanmış olduğu birikimin muhasebesini yapmak ve onları tamamıyla kendisine mal etmek ihtiyacıdır (202).

Enkarne varlık, dünya okulunun kendisine kazandıracağı bilgi uygulamalarını ve özbilgi birikimini tamamladıktan sonra, “vicdan düalitesi” sona erer, “vazife düalitesi” başlar. Vazife düalitesi düzeyine geçen varlık gerçek ve objektif gelişim mekanizması içine girmiş olur. Başka türlü ifâdesiyle, dünya okulunda işi biten varlığın “vicdan mekanizması”, “vicdan düalitesine” dönüşür. Varlık için bundan sonra, “objektif gelişim” başlamıştır. Varlık, dünya okulunu bitirene kadar, “yarı idarakli sübjektif gelişim” aşamasındaydı (135).

Varlığın (bazı) kudretleri dünya bedeninde; sevgi, bilgi, idrak, realite, vicdan olarak tezahür ediyor. Bunlar ancak beyin cevherinin olanakları dâhilinde şekillenmiş maddesel görünüşlerdir. Bunların asıl değerleri varlıkta bulunur. Bu kudretlerin işlevleri de dünya koşulları içinde ancak varlığa hizmet yolunda işler (136).

Yukarıda saydığımız; sevgi, bilgi, vicdan vb. dünya insanına özgü değerlerin besledikleri ve gelişimlerine araç oldukları asıl özvarlıktaki değerler ise, özvarlığın tâbi olduğu küresel zamanın sonsuz/ sınırsız idrak olanaklarıyla değerlenen gerçek değerlerdir ki, bu değerler ruhun evrendeki tekamül derecesini gösterir. Örneğin, bu değerlerden sevginin varlıkla ilgili olan idraksel zaman karşısındaki durumuna ve anlamına dünya zamanıyla düşünen bir kimse asla nüfuz edemez. Benzer şekilde, küresel / idraksel zamana bağımlı olan dünyadan sanki süptil alemdeki sevgi bileşimleri de dünya insanı için idrak edilemez durumdadır. Dünya insanına özgü sevgi, yüzeysel zaman idrakine bağlıdır. Bu sevginin varlıktaki karşılığı olan titreşimler küresel / idraksel zamana bağlıdır. Dünya üstü âlemdeki sevginin sınırsız kapsamını varlığın özbilgileri içindeki görkemli durumunu yüzeysel zaman idrakiyle anlamak / sezmek çok zordur (136).

Varlığın özbilgi birikiminde sevginin ve bilginin rolü büyüktür. Bunların yanı sıra, özbilgi birikiminden vazifeli varlıklardan gönderilen tesirler de (rehberlik / yardım) en az sevgi ve bilgi kadar önemlidir. Bu tür tesir, çoğunlukla medyomlar aracılığıyla dünya insanlığına verilir (137).

Varlık, ilk dünya yaşamından başlayarak, dünya üstü bir plan olan vazife bilgisine kadar yürüyen dünya bedeni değil, varlıktır. Yani bağlı olduğu ruha hizmet etmek için, çeşitli maddeler kullanarak tüm evren boyunca gelişe gelişe “yürüyen” varlıktır. Dolayısıyla tüm realiteleri oluşturan unsurlar, dünya bedenini değil, varlığı Vazife Planı’na hazırlar. Bunun da anlamı şudur ki, dünya insanının beynine göre değerlendirilmiş olan dünya realiteleri özvarlığa aynı durum ve şekilde geçmezler (110).

Zaten böyle olmasaydı, dünya bedenine hiç gerek kalmaz, varlık dünyada doğrudan doğruya yaşardı. O halde, dünya insanı beyninin değerlendirdiği; dünyada bildiğimiz, gördüğümüz realitelerin özvarlığa yansıyan ve onun hazırlanması için intikal etmesi gereken asıl değerler neleridir? Varlığa geçen bu değerler, dünya maddelerine ayarlanmış bulunan realitenin kaba durumu ve şekilleri değildir. Yani bir değerin oluşabilmesi için, eski değerin yerini ona terk etmesi gerekir. Unutmalar bundandır ve yüzeysel zaman idrakinin bir zorunluluğudur. Bu değerler özvarlıkta, bu realitelerin oluşturdukları, varlığın süptil bünyesine ve ihtiyaçlarına uygun “yüksek” ve süptil madde bileşimleri durumundaki sonuçlarıdır (111).

İşte ne oldukları, dünya insan idrakine göre pek belirsiz olan bu sonuçlar ya da izlenimler varlıkların gelişimlerine katkı sağlayan derim “izler”dir. Bu “izlerin derinleşmesi” deyiminin anlamı da varlığın gelişimini (dolayısıyla ruhun tekâmülünü) sağlayan özidrakin gelişmesi ve kapsam kazanması demektir. Esasen özidrak varlıkla eş olduğundan, idrakin genişlemesi ve kapsam kazanması demek, doğrudan doğruya varlığın gelişmesi demektir (111).

Realitelerin özvarlıktaki oluşum şekline gelince yaşanan realiteler ve bu realitelere bağlı iyi / kötü tüm olaylar bireyleri çeşitli görüşleriyle mutlu / mutsuz ederken, gerçekte bunlar özvarlıkta (o varlığın bünyesine uygun değerlerle) bireyin anlayamayacağı şekilde, bir takım değişim ve dönüşümlere neden olurlar. Böylece orada (varlıktan) çok yüksek madde sentezleri içinde, dünyadaki görüşlerinden başka bambaşka şekilde gittikçe değerlenerek zenginleşen ince bileşimler oluştururlar. Bunlar gerçek özbilgidir ki, ruhların tekâmüllerine hizmet edenler de bunlardır (111).

Demek ki, realitelerin, kaba dünya maddeleri arasında, daha önce belirttiğimiz maddesel şekilleri ve durumları birbirini kovalayıp hazırlayarak; birbiri ardınca sürüp giderken, onların özvarlıkta karşılıkları bulunan sonuçları kaba aleme özgü ifadelerden çok daha derin ve süptil anlamlar şeklinde birike birike özbilgileri beslerler. Bunlar gerçek tekâmül değerleridir (111).

Özbilgi ve özidrak varlıkla ilgili kavramlardır. Özidrak gerçek idraktir ve varlığın kendi birikimi olarak, varlık ile evren sonuna / Ünite’ye kadar varlıkla birliktedir. Varlık dünya bedeni aracılığıyla deneyimlediği realitelerin kaba görünüşlü yollardan yararlanarak, öz / gerçek idrakini oluşturur. Varlık, “fizik” dediğimiz kaba maddeler topluluğu olan dünyadaki bedenini kullanarak, bağlı olduğu ruha hizmet eder. Dünya bedeninin kabalığını, kaba realiteleri algılamaya yarar ve varlıktaki özbilgilerin artmasına katkı sağlar. Realitelerin, varlığa hitaben cepheleri, kaba görünüşlerinin varlıktaki karşılıkları olan süptil anlamlarıdır. Bunlar birbirini hazırlayan ve birbirine eklenen değer parçacıklarıdır ki, bu parçacıklar özbilgi sentezini genişletir (112).

Realitelerin özvarlıkta sonuçlandırdıkları bilgi bakımından ele alınınca, onların birbirini tamamladıklarını da unutmamak gerekir. Realiteler özvarlıkta izlenimler olarak birikir. Enkarne varlığın görgü ve deneyimleri özvarlıkta izlenimler olarak birikir. Gelecek realiteler, geçmiş realitelerin sonuçlarını içlerine ala ala genişler, kapsamlaşır, varlığın görgü ve deneyimlerinin artmasına neden olur (109).

Varlığın Vazife Planı bilgisine yaklaştıran ve özbilgi birikimini arttıran kuvvetli materyaller; din, ulus, aile gibi toplumsal kurumlar, vazifeli varlıklar tarafından (medyomlar aracığıyla) verilen bilgiler, ilhamlar ve bunlardan doğan olaylar olmaktadır. Bu materyallerin dünya realiteleri içinden geçirilir ve bazı işlemlerden sonra, varlığın özbilgi dağarcığına eklenir. Varlığıun özbilgisi, en ilkel dönemden başlayarak; geçmiş yaşamlarda elde edilen birikimin daha önceki birikimlerle karşılaştırılması / muhakemesi sonucunda oluşan ve varlığın (dünya insanının değil) malı olan, bizlerin idrak edemeyeceğimiz bir takım derin izlenimlerdir. Dünya idrakiyle ifade olunan bilgilerin hepsi, özbilgilerin oluşumuna araç olan materyallerdir. Bunlar “ölüm” dediğimiz geçmişten sonra, spatyomda geçirilecekleri çeşitli mekanizmaların ardından, özvarlığa aktarılan sonuçlar ve izlenimlerdir ki, özbilgi halinde varlığın malı olurlar (120).